Şamanizm ve şifacılık için önemli olan, hastalanmadan önce bir tedavi bulmaktır. Örneğin, eskiden Çin’de insanlar sağlıkları iyiyken doklora para öderlermiş. Eğer hastalanırlarsa, kişiler iyileşip ayağa kalkana dek doktorlar gerekli tedaviyi uygularlarmış. Şamanik kültürler her türlü rahatsızlığı rahat bozukluğu olarak kabul ederler, ve rahat bozukluğu hali ise güç kaybının sonul tıdur (örneğin: ruh yitimi-ruhsallığı veya şevkini kaybetme) ya da sağlığın bir güç tarafından kuşatılmasıdır. Kendimizi kötü hissettiğimizde veya yaşama sevincini yitirdiğimizde, bir şamana gidip enerji bedenimizi incelemesini istemek ve enerji bedenimize bir saldırı varsa bunu yok etmesini istemek gerekir. Bir şaman göre, Batılıların düşünce şekli olan hastalanınca yardım isteme düşüncesi deliliktir. Dünyanızı nasıl algıladığınıza bir bakın.
Vücudunuz, iyi olması için tedaviye ve haplara ihtiyacı olan bir makine midir yoksa siz kendi iyiliğiniz veya hastalığınız üzerinde kontrol sahibi olan interaktif bir enerji sistemi misiniz? Ruhsal durumunuz beden sağlığınızı ne kadar etkiliyor? Örneğin, kendinizi esinlenmiş mi hissediyorsunuz yoksa ruhunuzdan koparılmış mı hissediyorsunuz, umutlu ve şevk dolu musunuz yoksa umutsuz ve parçalanmış vaziyette misiniz? Tüm benliğinizle yaşamak mı istiyorsunuz yoksa her an vazgeçebilecek gibi misiniz? Bir şamanın ilk görevi ruhunuzla, özünüzle bağlı olduğunuz hissini sizde uyandırmaktır; tekrar iyi olma, dolu dolu yaşama arzusunu pekiştirmek ve olayların değişebilecek olduğunu, umut kavramının gerçekliğini ve yaşamın yaşamaya değer olduğunu size göstermektir. Bu şekilde, tüm varlığınızı iyileşme sürecine dahil eder.
Bir şamana göre hastalık ruhta başlar; ruhtan uzak hale geliriz. Eğer tedavi edilmezse, hastalık zihin ve duygulara sıçrar ve bizler geleceğe dair umudumuzu yitirir, mutsuz ve negatif hissederiz. Bu hal tedavi edilmezse işte o zaman hastalık bedene girer ve bizler fiziksel olarak hasta oluruz. Batılı dünyada hurafe olarak adlandırdığımız bir şamanik şifa ritüeli vardır. Bu yöntem işe yarıyorsa hala hurafe olur mu? Veya işe yaramasaydı yüzyıllar boyunca kullanılır mıydı? Şunu unutmamak gerekir ki günümüzde en etkili tıbbi ilaçlardan bir tanesi, plasebo ve doktorun hastaya olan yaklaşımıdır. Hastanın ruhen ve zihnen iyileşmeye olan inancı önemli olan tek noktadır. Kendi “rüya”mızın en büyük etkileri inançlarımızdan, duygularımızdan ve düşüncelerimizden gelir.
Büyülü Şamanizm ve Şifacılık Teknikleri
Başlangıçtan bu yana bilinci değiştirmek, hayal alemine girebilmek, farklı bilinç seviyelerine geçiş bariyerlerini kaldırmak ve bir diğer kişinin içsel durumuna etki edebilmek için büyülü teknikler kullanılmıştır. Şamanik ritüellerden günümüz tiyatrolarına, baleden operadan rock konserlerine kadar; düşünceleri; hisleri, fikirleri, içsel deneyimleri aktarmak ve insanların gerçekliklerini öğretmek, yönlendirmek ve etkilemek için illüzyon kullanılmıştır ve halen de kullanılmaktadır. Gerçeklik tamamen neyin gerçek olduğuna inanmanızla sınırlıdır. Yaşam, düşüncelerinizden ve içsel programlarınızdan etkilenen bir içsel deneyimdir. Siz kendinizi otomatik cevap uyarı sisteminde tutarken, içsel robotunuz en derin hislerinize ve evvelden yapmış olduğunuz şartlanmalar, saklı inanışlarınız doğrultusunda şovu devam ettirecektir. Enerji akışını görebilmeniz için otomatiğe bağlanmış olan kişilik özelliklerinizden kurtulmanız gerekmektedir. İşte bu yüzden kendinizi eski, artık işe yaramayan, size hizmet etmeyen dini, aileden gelen, eğitimden gelen inanışlardan sıyırmanız ve kendinizi, yaşamak istediğiniz yaşam doğrultusunda yeniden programlamanız çok önemlidir.
Şamanizm ve Şifacılık Tören ve Ritüelleri
Tören ve ritüelleri kullanarak sıradan aktivitelerin azaldığı, zamansız zamanın başladığı ve robotsu yaşantımızdan sıyrıldığımız büyülü bir alana geçiş yaparız. Dış dünyada anlamsız olan ama içsel varlığımıza hitap eden, içsel dünyamızda bir anlamı olan olgularla karşılaşırız. Normallik kavramını, kutsal zaman ve mekanda seyahat ettiğimiz sürece bir kenara koyarız. Egonun baskınlığını, otomatik olarak öne sürdüğümüz bahaneleri, sürekli meşgul olma halini, başarma ve deneme halini bir kenara koyarız. Bu; kendimize doğruyu söyleme, başkalarının gerçeklerini duyma, evrenin büyük güçlerine dua etme ve meditasyon halinde bu güçleri dinleme zamanıdır. Kendi küçük benliklerimizi daha büyük olan Yaratım’ ın kollarına bırakma zamanıdır.
Kendimizi Nasıl Görürüz ve Dünyamızı Nasıl Deneyimleriz
Bana anlatılan bir hikayeyi paylaşmak istiyorum. Dalai Lama bir grup Amerikalı psikologa konuşuyormuş. “İnsanların size en çok danıştığı konu nedir?” diye sormuş Dalai Lama. “Özgüven eksikliği” demiş psikologlar. ‘.’O nedir?” diye sormuş Dalai Lama. Özgüven eksikliği, ona çok yabancı bir konuymuş. Özgüvenin olabilmesi için öncelikle kişinin kendinden ayrı güvenecek bir özü olması gerekmekte ve Budist inanışa göre bu imkansız.
Ayrıca “özgüven” Dalai Lamanın kültüründe, bizim kültürlerimizde olduğu gibi bir problem değildi çünkü onun kültüründe, uyumlu bir yaşam tarzında herkesin kabul gördüğü bir alan vardı. İnsanların birbirleriyle yarışmadığı bir toplum olduğundan kendini kanıtlama beklentisi de yok sayılırdı. Çok jenerasyonlu ailelerden oluşan bir kültürde, çekirdek ailelere veya tek ebeveynli ailelere oranla kişi daha az yalnızlık hisseder ve daha az kendinden şüphe duyar. Çok jenerasyonlu ailelerin de kendilerine has problemleri olmakla beraber onların farklı olduklarını kabul etmek gerekir. Batı kültürü aşırı bağımsızlık, izolasyon, bölünme, yalnızlık, bireysellik ve birbiriyle yarışmak üzerine kurulu bir büyük deney adeta. Çok jenerasyonlu ailelerde ise kişi “ben” den çok “biz” kavramını, kabile ve kasaba toplu bilincini deneyimliyor. Batı’da yalnızlık, tek ebeveynli ailelerle, ailelerinin yanı yerine enstitülerde yetişen çocuklarla ve geriye kalan herkesin yalnız yaşadığı bir toplumla gidebileceği en uç noktaya ulaştı.
Özgüvenin, öz değerin eksikliği biz Batılı kültürleri en çok yaralayan, önemli bir ana öge. Kökeni spiritüel olan manevi bir olgu. Çoğunlukla psikoterapide, özgüven bir kişilik sorunu olarak görülür ancak esasen spiritüel bir sorundur. Tanrı tarafından reddedildiğine inanan bir insan nasıl olur da kendini değerli addedebilir? Kişi günah içinde doğduğuna, şeytani ve Tanrı tarafından dışlanmış bir aileden geldiğine inanırken ve cinselliğini (içimizde bulunan çok kuvvetli bir güç) kötü ve utanılacak bir şey olarak görürken nasıl olur da kendine değer verip kendini sevebilir ki? Belki “Ben değerli bir insanım” şeklindeki olumlamalar, kişinin kendini yeniden programlamasında biraz yardımcı olabilirler ama bana öyle geliyor ki kişinin kendi kültüründeki programlanmaya odaklanıp atalarından gelen kalıplaşmış programlamaları incelemesi ve büyürken en hassas dönemlerinde bu programları kendine nasıl uyarladığını keşfetmelidir.